Fevzi Demir
ZÜBÜKLER VE ZÜBÜKLÜK ÖLMEZ VE DAHİ AZİZ NESİN HAKLI OLMAYA DEVAM EDİYOR HALA!
Ayhan Altay
ŞİİR ŞAKAYA GELMEZ
Orhan Yüce
MAYIS
Cebrail Sürücü
BANA İNCİL GETİRİN
Heybet Akdoğan
ROYA
|

ZÜBÜKLER VE ZÜBÜKLÜK ÖLMEZ VE DAHİ AZİZ NESİN HAKLI OLMAYA DEVAM EDİYOR HALA!
Ağızlarına çalınan iki parmak bal ile cezbedilen halklar kadar, ne avcı düdüğüne kanıp tuzağa düşen saf bir kuş, ne de yem için oltaya takılan alık bir balık olabileceğini düşünmeyin. Pohpohlandıklarında, hemen kendilerini teslim etmeleri şaşılacak şeydir. Tiyatrolar, oyunlar, gösteriler, acayip hayvanlar, ödüller, kumar masaları ve diğer uyuşturucular eski halklar için kulluklaşmanın yemi, özgürlüğü yitirmenin bedeli, tiranlığın araçlarıdır. Ağızlarına çalınan iki parmak bal ile cezbedilen halklar kadar, ne avcı düdüğüne kanıp tuzağa düşen saf bir kuş, ne de yem için oltaya takılan alık bir balık olabileceğini düşünmeyin.”(1)
Bizzat Nesin tarafından “İt, kağnı gölgesinde yürür de kendi gölgesi sanırmış.” atasözüyle betimlenen bir yaşam biçimidir zübüklük… Aynı zamanda menfaati uğruna türlü fırıldaklar çeviren, yalancı, dolandırıcı bir kişiliktir.(2)
Türkiye toplumunun keskin bir gözlemcisi olan Aziz Nesin Zübük – Kağnı Gölgesindeki İt adlı romanını Anadolu gezileri sırasındaki birinci elden gözlemlerine dayanarak kaleme almış ve eser 1961 yılında yayınlanmıştır. Hatta bu roman ile ilgili kendi günlüklerindeki kısımlarda Nesin romanın başkahramanı Zübükzade İbraam Bey karakterine ilham verenin Sivas civarında geçirdiği zamanlarda hakkında çokça gülünç hikâye dinlediği “madrabaz bir politikacı” olduğunu belirtir. (3)
Zübük ayrıca Aziz Nesin’in 1962 yılında çıkarmaya başladığı 43 sayı yayınlanabilen haftalık siyasi bir mizah gazetesidir. Sahipliğini ve yazı işleri yönetmenliğini Meral Nesin yapmıştır. Alıntılarımız bu zübüklerdendir:
Bizim Zübükzade’nin yalanlarına inanmazken inanmış görünmemiz, kumara benzer bir iş. ‘Kumarda ütülen doymazmış’ derler, ne doğru… Kumarda insan parayı verdikçe veresi gelir, he mi? Neden? Çünkü zararını çıkaracak da kurtulacak. Bizim de Zübük’ün yalan dolanına inanır görünmemiz bundan işte. Evet, herif yalan demeye yalan diyor, biliyoruz. Velakin, ya yalan değilse… Hepimize attığı kazıkların bir ucu gök kubbesine, biri yedi kat yerin dibine varmış. Şimdi biz yediğimiz kazıklar çıkar m’ola, diyerek bile bile yalana göz yumuyoruz. Kazıklandıkça, insanın yalana inanası geliyor.(4)
Şimdi çok iyi anladım ki, Zübük bir tane değil biz hepimiz birer zübüğüz. Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa; bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Hepimizde birer parça olan zübüklük birleşip işte başımıza böyle zübükler çıkıyor Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde. Onları biz, kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra, kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübük'te birleştiğini görünce ona kızıyoruz.
Bu zübükler her yerde var, biz zübükler nerde varsak, onlar da orda... (5)
“Halk bilir, halk sezer…” sözünde, dikkat et, halkı bir küçümseme, hiçe sayma, sevmeme var. Yalan, bir büyük yalan içinde uyuşmuşuz. Halk hiçbir şey bilmiyor, hiçbir şey sezmiyor. Bilse, sezse, bunca yüzyıllardan beri aldatılır, kandırılır mıydı? Nasıl bir uyuşturucu yalan bu…”(6)
1. E. de La Boetie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev (M. A. Ağaoğulları, Çev.). İmge Yayınevi, Ankara, 2016, s.44.
2. Aziz Nesin, Zübuk, Kağnı Gölgesindeki İt, Tekin Yayınevi, Beşinci Basım, ty.(!961). s..100.
3.Toygar Sinan Baykan, “Zübük: Bir İktidar Romanı”, Moment, Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Kültürel Çalışmalar Dergisi, 2020, 7(2): 354-375; https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1243181
4,Aziz Nesin, Zübuk, Kağnı Gölgesindeki İt, Tekin Yayınevi, Beşinci Basım, ty.
5,Aziz Nesin, Zübuk, a.g.e., ty., s.323.
6,Aziz Nesin, Zübuk, a.g.e., s.276
|

ŞİİR ŞAKAYA GELMEZ
Çokça bildiğimiz ya da duyduğumuz bir sözle başlasam yanlış olamaz sanırım. “Bu ülkede yaşayan her üç kişiden dördü şairdir.”
Bolca şairimiz var da onların yazdıklarını okuyanımız neredeyse yok. Zaten kendini şair olarak tanımlayanların büyük çoğunluğunun da şiir kitabı satın aldıklarını hiç sanmıyorum. Ülkede şiir kitabı satışlarına bakarsak “sanmıyorum” gerçek dışı kalır.
Her uyaklı, ölçülü yazının şiir olarak tanımlanması aldanmasına alışmışız. -Hangi alanda aldanmaya alışmadık ki?
Şiir, genellikle hüznü içerir ama umutsuzluğu asla.
“düşer toprağa
düşlerim
bahara çok var daha
meyveye çok
yine de filizlenir
kar yorganın altında
düşlerim”
Şiir duyguların yoğun yaşanmışlığından beslenir. Bu nedenledir ki şiirin ille de yayınlanması gerekmez. Bazı oldukça iyi şairlerin şiirlerini yayınlamayı düşünmemişlerdir bile. Bazılarının onlarca basılı kitabı olabilir. Bu belirleyici değildir şiir için. Tek bir kitapla erişilmez olanları da görmüşüzdür Ahmet Arif gibi…
“Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça…
Ve ellerim kelepçede”
Şiirin etki alanı oldukça büyüktür gerçekte. Dünyayı sarsar bu şiirler. Bizden Nazım Hikmet erişmiştir bu alana. İşte o şiirlerden birinin ilk bölümü:
“Yaşamak şakaya gelmez,
Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
Bir sincap gibi mesela,
Yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
Yani bütün işin gücün yaşamak olacak.”
Sonuçta yaşamak gibidir şiir, o da şakaya gelmez.
|

MAYIS
Mayıs ayı 12 ay içerisinde en çok kutlama ve anma yapılan aydır sanırım. Her günü bir ayrı anlamda…
Mayıs’ın en önemli günü birinci gündür. “1 Mayıs, işçinin, emekçinin bayramı, devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı…”
Feodal düzeni yıkıp, sanayi devrimine geçen burjuvazi, işçi sınıfını sömürmek için daha baskıcı bir sistem kurmaya yöneldi. Kölelikten işçiliğe geçilmişti ama hakları yönünden fazla bir değişiklik olmamıştı. İşte bu nedenledir ki; işçi sınıfı haklarını almak için eylemlere başladı.
1 Mayıs 1886’da “insanca yaşayacak ücret, 8 saatlik iş günü ve haftalık 5 çalışma gün için” ABD’nin her yerinde, Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonun çağrı ile greve çıkıldı. Siyah ve beyaz işçiler kol kola alanları doldurdu. Sesleri dünya emekçilerine rehber oldu.
1889’da 2. Enternasyonal’de 1 Mayıs, işçinin, emekçinin; birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kabul edildi.
Dünyada en geniş bayramlardan bir olan 1 Mayıs, dil, din, ırk ve cinsiyet farkı gözetmeksizin her ülkede emeği ile geçinenlerin yüzyıllardır mücadele günü oldu.

Emeğin birliğini istemeyen burjuvazi ve diktatörler, 1 mayıs’ı işçi sınıfına ve emekçilere her zaman bir bayram havasında kutlatmadı. 4 Mayıs 1886’da ABD’de olduğu gibi Türkiye’de de 1977 yılında mücadele alanlarını kana buladı. 34 emekçiyi katletti. Bu katliam, hala birçok faili belli /meçhul gibi, olarak kaldı.
Bugün daha da çok ihtiyaç duyulan iş güvencesi, insanca yaşayacak ücret talebi sürüyor. Bağımsız bir Türkiye talebi ile birlikte tüm sokak ve alanlarında mücadele sürüyor, sürecek…
6 Mayıs 1972, “yaşasın halkların kardeşliği, kahrolsun emperyalizm” sözleri yankılandı sabahın şafağında Deniz gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın son nefesinde…
Bugün idam eden cellatlar unutuldu, denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin, Erdalların, Hrantların yerini milyonlar dolduruyor, dolduracak “yer yüzü askın yüzü oluncaya dek”…
18 Mayıs,1973 “ser verip, sır vermeyen” İbrahim Kaypakkaya ve yoldaşlarının günü oldu.
19 Mayıs, “bağımsız Türkiye” talebinin Samsun’dan yankılandığı gün oldu.
31 Mayıs 2013, ekmeğine, suyuna, doğasına ve kimliğine sahip çıkanların günü oldu, gezi parkı ve tüm şehirlerin parkı…
Şimdi 14 Mayıs’ı bayram yapma görevi bir kez daha bizlere düşüyor.
|
BANA İNCİL GETİRİN
Günlük bir yayın için yazı yazmak çok kolay. Güncel olayları izler, kendi yorum ve düşüncelerinle süsler, birkaç saat içinde yazını bitirir, tek tuşa basar gönderirsin. Ama; aylık bir bültene yazı yazmak o denli zor ki; Ülkemizde gündem anlık değişiyor. Bir ay içinde değişen gündemler ya unutuluyor ya da gündemden düşüyor. Siyaset yazsan vıcık vıcık. İnanç konusu; Hangi tarikat- cemaati yazacaksın. Ekonomi desen; Soğan bile yiyemediğimizden, ağzımız soğan bile kokmuyor. En iyisi geçen ay yazdığım (Üç kişide iki göz ) adlı anının devamını yazayım dedim.
Köyümüz tarım ve hayvancılıkla geçinir. Çok geniş arazilerimiz var (Dicle ovasının bir bölümü). Genelde Buğday- arpa olmak üzere, tüm tarım ürünleri yetişir. Koyun sürülerimiz vardı. Köyümüzden, her biri en az beş yüz baş hayvanı içeren yedi sürü koyun çıkardı. Her sürüde iki çoban bulunurdu. Bir de mevsimlik kır bekçileri tutulurdu. Bunlar; her gün atlarına biner, zarar görmemesi için tüm ekili alanlarda dolaşır, tarlaların güvenliğini sağlardı. Ekili alanlara zarar veren hayvanlar toplanarak hapsedilir, hayvan başına bir lira ceza kesilerek zarar gören ürün sahibine zararı ödenir.
O gün köyde kıyamet koptu. Hasan amcanın buğday tarlasına bir sürü koyun girmiş, en az yedi –sekiz dönüm buğday ekili alan çok zarar görmüştü. Belli ki olay bilinçli yapılmıştı. Ekili alana zarar veren çoban mutlaka bulunup, zarar ödetilmeliydi. Akşam karanlığında sürüler köye dağıldı. Muhtar Ekrem dayı köy bekçisini görevlendirdi. Tüm çobanlar yıkanıp, abdest alacak, sürüyü kendilerinin ekine salmadıklarına dair köy heyeti huzurunda Kur’an’a el basacaklardı. Tüm çobanlar muhtarlıkta toplandı. Temiz bir örtü üzerine Kuran bırakıldı. Heyet önünde on kadar çoban sırayla Kuran’a el basarak (Tarlaya kendilerinin zarar vermediklerine dair) yemin ettiler.
Sıra çoban Tahir’e geldi. Tahir tedirgin. İçinde büyük korku. Kuran’a el basarsa çarpılmasının korkusu sarmış benliğini. El basmazsa suçlanacak. “Bir çözüm yolu bulmalıyım.” Diye düşünürken; birden haykırdı.
-Ben, Kuran’a el basmam!
Herkes şaşkın, Tahir’e bakıyorlar. Muhtar Ekrem dayı bağırarak;
-Neden el basmıyorsun Tahir? Diye sorunca;
Tahir:
-Çünkü ben Müslüman değilim. Ben Hristiyan’ım bana İncil getirin el basayım, dedi.
Tahir, bu köyün yerlisi. Köyün kuruluşundan beri sülalesi bu köylü Müslüman.
Bütün gözler Tahir’de. Muhtar Ekrem dayı bastonu kaparak Tahir’e yürüdü:
-Ulan pezevenk. Sen ne zaman Hristiyan oldun, bu saat mi? Ulan desene “koyunları tarlaya ben bıraktım” Niye bizi bu kadar uğraştırıyorsun şerefsiz? Gecenin bu vaktinde kim Bismil’e gidip sana İncil getirecek deyyus? Diyerek bastonu kafasına indirdi. Kesilen ceza: 600 koyun için 600 lira (Çobanın bir yıllık maaşı). Yalan söylediği için de Cemevine bir yıllık giriş yasağı.
|

ROYA
ağlama roya
zaman küs bakışlarda
hezeyan yalnızlıklar bulmasın bizi
şizofren kalabalıklar yolunu şaşırmış
kime baksak biz de yokuz
güneşe hoyrat kaldık
irin iklimlerdeyiz
ikimizin arasında saflığını yitirmiş dünya
vebalı mevsimlerin hasret takvimleriyle
günlerden vedayı saydırdı bize
incinmiş baharla
dökülen her yaprak tenimize dokundu
nefesimiz
soğuk bir sonbahar günü roya
dağınık saçlarına tutunurken
yağmur ıslaklığıydı kayan ellerim
içimde usulca kopan kıyametlerle
ömrüne dokunmamak içindi gidişim
sen ellerinde kır çiçekleriyle
mayınsız dağlarda
ceylanların özgürlüğüydün roya
gülüşünle rüzgârlar aşkı çizerdi gamzelerine
mağrurluğum gök gürültülü fırtınalardı
artık gül roya
yeryüzü katılsın gecikmiş mutluluğumuza
aşkı düşlerimizle indirelim gökyüzünden
belki yaralarımız dökülür toprağa
gül kuyusu kalbimiz umut olsun
ayrılığa ve ölüme direnen aşıklara

|
|